• 22 Ekim 2021 16:56
  • 0
  • 5 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Coğrafi İşaretler ve Turizm (*)

Bu yazıyı dinleyin
İrfan Önal 22 Ekim 2021 Coğrafi İşaretler ve Turizm (*)

 

Kalkınmanın iki önemli bileşeni; coğrafi işaretler ve turizm…Bu iki alan birbiriyle sıkı bir ilişkiye sahip, bunu simbiyotik bir ilişkiye benzetebiliriz; yani bir arada olmaları, birbirlerine hayat vermeleri bu iki alanın da yararına ve çıktıyı artıran bir etken.

Öte yandan turizm deneyim ve bunun çevresinde oluşan hikayenin pazarlamasıdır. Coğrafi işaretli ürünler de yer ile ilgili deneyim ve hikayenin merkezinde yer alır.

Bu yazıda dünyanın geleceğine dair beklentileri de düşünerek, coğrafi işaretler ve turizm ilişkisine değineceğim.

Kalkınma ve markalaşma iç içe geçmiş iki kavram; gerek ülkelerin gerekse bölgelerin, şehirlerin hatta köylerin odağında bulunuyor. Kalkınmayı sağlamanın yaşam kalitemizi artırdığını biliyoruz. Burada söz konusu olan sadece insanın yaşam kalitesi değil, bizimle birlikte bu yerküreyi paylaşan tüm varlıkların yaşam hakkından ve kalitesinden bahsediyoruz. Bu nedenle, şekilde de görüldüğü gibi günümüzde bu sürecin tabi olduğu önemli kriterler bulunmaktadır; Sürdürülebilirlik, Sorumluluk ve Net Sıfır Emisyon Hedefi gibi..

Evet, Cİ ve turizmin ortak alanlarına kısaca değinmek gerekirse öncelikle coğrafyadan bahsetmek gerekir. Turizmde destinasyon olarak nitelediğimiz “yer” Cİ alanında genellikle “yöre” olarak geçer.

Cİ, bir ürünün bulunduğu coğrafya ve kültürle bağını tescil eden kalite işaretidir. Bu anlamda insan, üretim, kültür ve kimlik olgularıyla yakından ilişkilidir.

Öncelikle destinasyon ve yöre ifadelerinden ne anladığımıza bakalım: Destinasyon, amacı önceden belirlenerek çıkılan seyahat anlamına gelmektedir, dolayısıyla bir “yer” ve “deneyim” içerir. Yöre ise sadece iklim, toprak ve tarımsal faktörlerden etkilenen bir alan değil, aynı zamanda bir beşeri bilgi, beceri, yetenek, ustalık ve geleneği işaret eder. Ürüne tüm özellik, kalite ve tipikliğini veren de yöredeki bu doğal ve beşeri faktörlerin tümüdür. Bu da coğrafi işaretlerin insanla, yaşadığı coğrafya, kültür ve tabi ki üretim ilişkileriyle bağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi dilimizde yöre kelimesi, destinasyon kelimesine göre daha kapsayıcıdır.

Coğrafi işaretlerin ve turizmin içerdiği ortak unsurlar aslında markalaşma sürecinin de olmazsa olmazları olarak görülür. Bir yerin kimliğini oluşturan değerlerin doğru tespiti ve yaşatılması o yerin markalaşma sürecini belirler. Turizm destinasyonları kendilerini rakiplerinden ayrıştırmak ister böylece pazarda bilinen ve talep gören yerler olarak kalırlar. Coğrafi işaretler de bu kimliğin ve kültürün güçlü bir parçasıdır. Bizatihi coğrafi işaretler fikri mülkiyet hukuku konusu olarak kalite ve markanın ifadesidir. Böylece bir destinasyonun markalaşmasının da doğal bir unsurudur ve tamamlayıcısıdır.

Bütün bu süreci, yani kalkınma ve markalaşma sürecini doğrudan etkileyen anlayışın sürdürülebilirlik ilkesi olduğunu da unutmamalıyız. Bu noktada her politika ve uygulaması sürdürülebilirlik ilkesi uyarınca gerçekleşecektir.

Bu bahsi -YÖREX vesilesiyle- ülkemizin en fazla turist çeken şehri Antalya ile ilişkilendirirsek:

Antalya, son 40 yılda “kum, deniz, güneş” turizminin Akdeniz Çanağındaki önemli destinasyonlarından biri haline gelmiştir. Dolayısıyla Antalya “markasını” incelediğinizde karşımıza 400’ün üzerinde 5 yıldızlı oteli ile yılda 15 milyon yabancı turisti ağırlayan, yerli turistin de gözdesi olan güçlü bir resort merkezi çıkmaktadır. Peki bu durum ne kadar daha geçerli olacaktır? Ya da soruyu şöyle değiştirelim; Antalya’nın kimliğini sadece kum deniz ve güneş mi oluşturmaktadır?

(…Bir destinasyon ne zaman “rebrand” yani yeniden markalaşma ve yeni bir ivme ile yükselme ihtiyacını hisseder? Bu genellikle büyük krizlerle ortaya çıkar (ekonomik, savaş, sosyal düzen vs.) Koronavirüs de böyle bir kriz ve Antalya markasının yeni normalde öne çıkan kriterler uyarınca tekrar kendini tanımlama ve gelecek vaadini gözden geçirme fırsatı olarak da değerlendirmek gerekir…)

(…Bu yazıda sadece bir saptama yapmak niyetindeyim.)

Bu çerçevede, Antalya’nın bir değerlendirme yaparak günümüz şartlarında yaşanan dijital ve yeşil devrimi de içselleştirmiş bir şekilde markalaşma yolunda kimliğini ortaya koymaya ve bu kimliği oluşturan tüm varlıklarını da sürdürülebilir ve sorumluluk ilkesiyle yönetmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bu uzun, zor ve yönetilmesi gereken bir süreçtir.

Yönetim konusuna da değinmişken hem coğrafi işaretlerin hem de turizmin kalkınma ve markalaşma sürecinin en önemli parçasının yönetişim olduğunun da altını çizmeliyiz. Tıpkı coğrafi işaretler sistemimizin ana problemi olan yönetişim ve denetim eksikliğini gidermek zorunda olduğumuz gibi turizmde de bu süreci ancak yönetişim ilkesi ile oluşturacağımız kurumlar ve süreklilikle geçerli kılabiliriz.

Son olarak şunu söyleyebiliriz; ülkemizde coğrafi işaretler ve turizm önümüzdeki süreçte, başta belirttiğim simbiyotik ilişkisini tesis ederek hem yerel kalkınmanın hem de markalaşmanın önemli unsurları olarak birbirlerine hayat vereceklerdir…

(Bunu gerçekleştirmiş pek çok destinasyon sayılabilir. Örneğin İtalya ve Fransa’da pek çok destinasyonun coğrafi işaretli ürünlerini markalarının güçlü bir unsuru olarak görebiliriz…