• 20 Kasım 2021 16:05
  • 0
  • 12 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Arkeolojinin finansmanı

Bu yazıyı dinleyin
Kenan Mortan 20 Kasım 2021 Arkeolojinin finansmanı

Bir kitap yanımda sığınma aracı olarak bulunuyor : Profesör Tahsin Yücel’in“ Salaklık Üstüne” adlı denemesi. Tahsin Hoca diyor ki, ‘’salaklığın çeşitli türleri vardır, bunlardan biri de haddini bilmemektir‘’. 

Hoca haklı...

Benim burada arkeoloji anlatmam bir tür salaklık olur.Bu yüzden çabam, had sınırını aşmadan, işin finansman cephesinden ne olduğunu anlatmaya çalışmak olacak. 

Göbeklitepe kazılarının isim babası Klaus Schmidt hoca ile bir uçak yolculuğunda tanıştım. ‘’Bizi ziyaret etsenize! ‘’dedi.Urfa programım değişti, Göbeklitepe’ye geçtim ve Göbeklitepe hayranlığımız o dakika başladı. 

Schmidt hoca -haddini bilen biri olarak- 2007 yılında ilk Göbeklitepe yayınını yaptığında, ‘’Burada farklı bir şeyle karşı karşıyayız: Bu insanlar avcılıktan yerleşik topluma geçme özellikleri gösteriyor. Ancak buna ‘’neolitik dönem’’ demek konusunda henüz emin değilim, bunu kazıların devamında göreceğiz‘’ dedi. Bu onun Göbeklitepe için birinci ‘’sorusuydu’’. Onca kazı çalışması ona ‘’bundan eminim’’ dedirtmiyordu... 

  Kazı bulgularının açıklamasını 2.sorusunu sorarak sürdürdü: Bu tapınak dediğimiz yer, dini bir merkez değildir, bu daha çok bir ritüel merkezi andırıyor. Bununla, ‘’ritüel merkez’’ adını koyabilir miyiz ? İşin genellenmesi yapan bir kolaycılık yerine, çok önemli bir farka dikkat çekerek bize soru soruyor, ‘’Bu merkeze farklı bakmayı bilin ! ‘’ mesajını veriyordu. 

   Zaman, onu haklı çıkardı. 

   Göbeklitepe ören yerinin isim babası olan Prof. Schmidt, 3-5 sene sonra, havuzda yüzerken, başını çarparak talihsiz bir şekilde  öldü.İngiliz asıllı Dr. Dr. Lee Clare, Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Göbeklitepe’yi kazmaya devam etti. ‘’Kazı belleğini’’ şimdi o koruyor...

    2020’de bu ören yerinin iki farklılığını ortaya çıkardı: Birincisi; tapınak denilen yer, sosyal bir kümeyi-orada yaşayan insanları- bir arada tutmak için yaratılan bir ritüel merkezdi. İkincisi, 5.tabakaya inince, orada bir kent kalıntısı ortaya çıktı. Avcı- toplayıcı toplumun yerleşik özelliği anlaşıldı, bununla ‘’Ön Neolitik Toplum ‘’dan söz edecek bir yerleşik özelliği ortaya çıkmış oldu. 

Göbeklitepe’yi yerinde görecek olanlar çok heyecanlı ve soluksuz izlenebilen bir ‘’arkeolojik şöleni’’ izleme şansına sahipler. Bu kazı, insanlık tarihi için son derece anlamlı bir şekilde gidiyor. 

Buradan, benden beklenen konuya geleceğim. 

Göbeklitepe Kazıları’nın finansmanı nasıl / ne ile mümkün oluyor ? 

Göbeklitepe kazısını gerçekleştiren Alman Arkeoloji Enstitüsü‘nün-ki bunun kaynağı Alman Dıişleri Bakanlığı’dır- geçen sene 100 milyon Euro olan ve 20 kazı merkezine dağıtılan bütçesiyle Göbeklitepe’de her yıl 5 milyon Euro harcanmasını mümkün kılıyor. 

Şunu ivedilikle söylemek istiyorum: Bu ciddi fon kaynağı olmadığı zaman kazı alanını ayağa kaldırmak da mümkün olmuyor ! Bu işin finansmanının çok önemli hatta belirleyici olduğunu Alman Arkeoloji Enstitüsü‘nün Göbeklitepe kazılarındaki desteğiyle çok saydam olarak görebiliyoruz. 

Tabii ki Göbeklitepe’de destekçi  uluslararası vakıfların varlığını da  görüyoruz. Göbeklitepe geçen sene Dünya Miras Listesine girdikten hemen sonra ‘’Global Heritage‘’ adlı kuruluş ‘’Ben burayı destekleyeceğim, kaynak aktaracağım’’ dedi. Finansmanda ‘’ ikincil kaynak ‘’ dediğimiz ve arkeoloji için çok önemli bir olguyu  bununla  görmüş oluyoruz. 

Şimdi küçük bir gezinti yaparak yabancı kazı heyetlerinin Ege deltasındaki gerçekleştirdiği kazı yerlerinin finansmanına bakalım: Efes’in ( Ephesus ) 11 ayrı yerden ayrı ayrı  kullandığı maddi kaynak var. Bunların başında Avusturya Arkeoloji Enstitüsü yer alıyor. Bununla, 100 yılı aşan kazı dönemlerinde  Efes’de Avusturya Arkeoloji Kazı Heyeti‘nin hiçbir  kaynak sorunu olmadığını söylebilirim. 

Gelelim Afrodisias’a... Burada rahmetli Kenan Erim hocanın  yarattığı   National Geographic Society ile beraber bir dizi kurumun  sponsorluk desteği var. Bunun yanında Koç Ailesi‘nin oluştıuduğu Geyre Vakfı‘nın altını çizmem gerekiyor. Bu anlamlı desteklerle rahat bir şekilde müze inşa edildi. Bu iyi dokunmuş finansman yapısı, Prof. Erim ‘in zamansız ölümü sonrasında da onların yol almasını sağladı.

Troya kazılarına bakacak olursak, burada çok fazla bir şey yok dersiniz. Ama ören yerinde o denli iyi bir canlandırma var ki ‘’Ben Troya olarak buradayım’’ der.  Burada, Prof.  Manfred Osman Korfmann hocanın Tübingen Üniversitesini yanına alarak, bir Troya Vakfı kurarak, finansman altyapısını genişleterek kurduğu yapının çözüm olduğunu  görüyoruz. 

Bergama’(Pergamon) Dünya Miras Listesine kaydeden Bergama Belediye Başkanları’ndan Mehmet Gönenç’i saygıyla selamlıyorum. Onun çözümü,  bir anti- finansman örneği, ama en az onun kadar önemli bir odaklanma.  Yine de bu odaklanmanın da  DAİ‘nin 100 yıllık bir  bir finansman altapısına dayalı olduğunu gözlerden ırak  tutmamamız gerekiyor. 

Evet, Pergamon’da  Sayın Gönenç, 2011’de olağanüstü bir program yaparak -3 yıllık bir zaman diliminde- önce UNESCO geçici listesi, sonra da  asli listesine bu ören yerini  yerleştirme becerisini gösterdi.  Bize şu dersi verdi: Finansman kadar konuya odaklanma yaşamsal bir konudur... Bu odaklanma, hedefe dönük bilinçli odaklanma olmazsa, konuyu dağıtırsınız.

   Bergama’nın tarihi konumdaki binalarından en güzeline UNESCO Hazırlık Ekibini oturttu. Hiç ekstra kaynak yaratmadan, sadece bilinçli bir belediye başkanının ‘’bu iş yapılır’’ demesi, iradesi ve kuşkusuz Kültür Bakanlığı ile iyi diyaloğu bu işte ona yol aldırdı. Ayrıca, son olarak İzmir BŞ Belediyesi ile bir protokol imzalanmış otobüslerle Bergama’ya konuk getirtti. Bu yaklaşım zenginliği Bergama’ya bambaşka bir vizyon kazandırıyor Çünkü, genel kanının aksine ,kentin girişine UNESCO logosu içeren bir levha yeterli değil. Ahmet Ümit’in ‘’ Kayıp Tanrılar Ülkesi ‘’ (2021,YKY yayını) eserinin ‘’Bergama  kenti adına tanıtımının romanı yapıldı’’ desem, kesinlikle abartı olmaz. Zirabu romanda Bergama ve Berlin antikitesi inanılmaz güzel bir dekor içinde anlatılıyor .

Bergama‘dan sonra izninizle bu arkeolojik sit alanları için finansman işi nasıl şekilleniyor? 

Soruyu Kültür Bakanlarından Sayın Ertuğrul Günay’a yazıyla sordum. Anlamlı bir not yazarak, bana şunları aktardı : Kazı bütçeleri; belediye destekleri, Valiliklerin İŞKUR aracılığıyla işçilerin parasını ödemesi ve üniversitelerin kazıları üstlenip maddi destek yaratmasından ibarettir.... 

Peki, Türkiye iradesiyle bunun sonucunda ne kadar finansman yaratıyor? 

Kültür Bakanlığı’nın 2021 bütçesinden hesaplayarak kazı başına verilen desteğin 105.000 TL olduğunu görüyoruz, hepsi  budur.

         Kamu kesimi katkısı bu denli sınırlı olunca, gönüllü sponsorlara Türk vergi sisteminde tanıdığımız olanak nedir ? 

         Gelir Vergisi Kanunu 89. ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesine göre, %100 gelirden indirme ( mahsup )  kaydıyla bağış ve katkı olanağı  verdiğini görüyoruz.

         Ancak yasa koyucu   ‘’Bu katkı kurum veya kişi gelirinin matrahının %5’ini geçemez‘’ diyor. Dolayısıyla, sponsorlara ‘’Öyle, sonsuz kaynak  yaratamazsınız ! ‘’mesajını vermiş oluyor. Bu mesajın açılımı şudur : Sen matrahının %5’ ini geçmeyecek şekilde %100 indirebilirsin.... 

         5520 sayılı yasanın 89/7 maddesini  okuduğunuz vakit, sizi destek konusunda çok iştahlandırır ama bunun böyle bir yanı olmadığı ortaya çıkar. Ayrıca, bir sponsorluk desteği için o tarihi yerin 2863 sayılı yasa gereği ‘’kültür varlığı’’ olarak tanımlanmış olması gereği vardır. 

        Devletin verebileceği bu anlamda başka kaynaklar var mıdır? 

Şans oyunlarında hasılatın  %58 ‘i, İddaa’da %26’sı, Türkiye Jokey Kulübü’nde %16’sı devlete kalıyor.Bu kurumların hepsi   yakın zamana dek devletindi, şimdi özelleştirdi. Yeni konumunda % 58 katkı sağlayan İddiaa’nın hiçbir şekilde hiçbir kuruma katkısı yok. Türkiye Jokey Kulübü eski geleneksel bir kurumdur, özel bir kuruluş kanunu vardır, hasılatının 50’sini ikramiye olarak dağıtmak zorundadır. Bakiye % 50’si Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve Cumhurbaşkanlığı arasında paylaştırıyor, son yasal düzenleme bunu öngörmüş. 

Sonuçta, dünyada çok yaygın olan şans oyunlarından ören yerlerine katkı konusunda Türkiye mevzuatında hiçbir şekilde yer verilmediğini - üzülerek -görüyoruz.

Elektrik gelirlerinin dağlımını konu alan  3096 sayılı yasada, Enerji Fonu, TRT payı, Elektrik ve Tüketim vergisi , ibadethanelere bile yapılacak olan katkılar  tanımlanır, eski eserlere herhangi bir şekilde bir açılım getirilmez. 

  Yasa koyucu aslında olağan devlet gelirleri dışında yer alabilecek olan bu kaynaklardan, -belki de yeterince farkındalık  yaratmadığımız için- bu  türden bir kaynak tahsisine yer vermiyor. 

   İngiltere/Fransa/Almanya uygulamalarına bakarak, konuyu noktalamak istiyorum. İngiltere uygulamasını Doçent Dr. Aylin Orbaşlı’dan rica ettim. Dr. Orbaşlı bilgilendirmesiyle, destek ‘’adıyla’’ tanımlanıyor  ve  ‘’Heritage Lottery‘’ ( Kültürel Varlık Piyangosu) deniliyor. Bu tür yerlerin bir de vakfı var, ve İngiliz Piyango İdaresi bu tür yerlere pay dağıtıyor. Restorasyon projelerinde de aynı cömertliği görüyoruz. 

     İngiltere uygulamasında arsız kapitalizm örneği vererek  yasaya yeni bir hüküm getirmişler ve demişler ki : ‘’Restorasyon projelerinde ‘’%20 KDV ödeme mecbursun ! ‘’Devlet burada ‘’Yık yenisini yap,vergi almıyorum ama restorasyon yaparsan %20 vergi ‘’ alırım diyor.  Dr Orbaşlı diyor ki : Bu düzenleme,açıkca yıkmayı özendiren bir uygulamadır.

     Fransa çok basit kılmış olayını... Genel vergi gelirlerinden olan KDV’den  %2 payı ören yerlerine ayırıyor. Fransa’da çok fazla ören yeri var. Desteğin genel bütçeden yapılması kaçınılmaz. 

     Almanya  daha ilginç... Destek konusunu  1946 Anayasa’sında bir anayasal hükmü haline getirmişler. Aynı zamanda bir ‘’koruyucu  yasa’’ çıkarmışlar. Bununla da yetinmemişler, bu tarihi yerlerinin korunmasına ilişkin vakıf olarak adlandırdıkları bir organizasyonla  kişisel bağışları olanaklaştırmışlar. Her yıl ortalama 200.000 bağışçı, yaklaşık 600 projeyi finanse edebiliyor. Almanya’da tescilli ören yeri veya tarihi eser sayısı 1.3 milyon. Bunların 55’i UNESCO Dünya Mirası Listesine kayıtlı. Türkiye’de bu sayı 19. Anadolu’nun antik uygarlığının beşiği iken, işin neresinde olduğumuzu görmek açısından bunu kaydediyorum. Fransa, Almanya ve AB’nin 180 milyar Euro olan bütçesinde çok ciddi olarak bir de AB  ‘’Creatif Europe Programı’’ndan kültürel programlara destek alabiliyor.

       Batı arkeolojisi için bu rakam ve verileri vurgulamaktaki amacım, büyük rakamların cazibesi ile bir illüzyon yaratmak değil,ama arkeoloji ve eski eser konusu için ciddi destekler oluşturduğunu söylemek içindir. 

      Buradan bir sonuca varmak istiyorum: Turizm Bakanlarından sayın Bahattin Yücel son 18-20 aydır kültür turizminin önemi üzerine ‘’notlar’’ yolluyor.Ben de ona net bir soru sordum. ‘’Kültür Turizminden ne anlayalım ? ‘’ O da bana ‘’Geçen sene 2020’de kitle turizmi %70 küçüldü. Bu %70’ten sonra açılmanın ve rehabilitasyonun birdenbire ve apansız olacağını düşünmeyelim. İnsanlar zorlanacaktır...Bu aynı zamanda çeşitli anlamlarda da sakınmaları beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu kişisel ihtiyaçları gözetebilen bir kültür turizmi bu işin tek çaresi olabilir ‘’  yanıtını verdi. 

        Bu cevabın yerindeliği,  arkeolojiye finansman cephesinden  bakmayı olanaklaştırdığımız   oranda  mümkün olacak, bundan emin olalım. 

        Yeri gelmişken, Sayın Balıkesir Kent Konseyi Başkanı’na sormak istiyorum : Niye Çanakkale ve Balıkesir’i il sınırlarına bölüyoruz? Bu arkeolojik alanı tek parça olarak düşünmek daha anlamlı olmaz mı ? Antik dönemde  bu söz konusu olmasaydı, İlyada destanı nasıl acaba nasıl yazılabilecekti? Öyle ya, savaş Çanakkale’de yaşandı, Homeros ise   savaşı İda Dağı’ndan gözledi.

          Eğer finansmanla arkeolojiarasında bu bağı kuramazsak, güzel kazılar yapsak bile,olayın sürekliliğini sağlamak olanaksız olacaktır.

        Albert  Camus’nün sözleriyle   ‘’Nitelik,olayları birleştirmekten ‘’ doğar. 

        Kamu ve özel maddi destek olayını Türkiye arkeolojisinin aktifine  katmak zorundayız, işin başkaca çaresi yok. 

Diğer Yazılar