• 09 Ekim 2025 11:08
  • 0
  • 5 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Antalya’yı Özlemişim

Bu yazıyı dinleyin
Tunç Müstecaplıoğlu 09 Ekim 2025 Antalya’yı Özlemişim

Kastettiğim o bitemeyen sıcağı ve ne zaman yağacağı meçhul olan yağmuru değil.

Tepelerindeki paslanmış çanak antenli, güneş ısısı panelli, kutu kutu estetikten yoksun apartmanları da değil.

Hele her yıl giderek yoğunlaşan trafiğini hiç değil.

Sahi ben Antalya’nın nesini özlemiştim ya?

En başta arkadaşlarımı, sonra o güzelim denizini, hâlâ tümüyle istila edilememiş doğasını pek tabii.

Eşim evimizin yenilenmesi ile ilgilenmeye yoğunlaşınca, bana da Antalya’yı biraz daha mercek altına alma fırsatı doğdu.

Bir yılda yazamadığım kadar makaleyi iki haftada tamamlayıverdim.

 

Arkadaşlarımı Özlüyorum Dedim Ama 

Bir türlü iki satır yazı yazmama izin vermiyorlar.

İlla, “hadi bir kahve içelim, içerken de iki lâfın belini kıralım, hadi birlikte bir şeyler yiyelim” falan diye beni gün boyu arayarak, ya da mesaj yazarak bir türlü rahat vermediler.

Neyse ki ben aralarda bir şeyler karaladım işte.

Editörler adeta hızıma yetişemiyorlar.

Önceleri yazılarım için, “abi keşke yazsan ara sıra yine” gibi gelen tepkiler, son günlerde, “aa yine mi yazdın, ilham perisi alt katınıza taşınmış olmalı” şekline dönüştü.

Bunca öneri sonrası bu şehir yine düzelmezse artık, benden günah gitti.

Yazdıklarım politik bir mesaj da içermediği için, “bir sabah ansızın gidebilirim” tehlikesi de yok.

Ne diyorduk, ha Antalya.

 

Sürprizleri De Var Antalya’nın

Geçenlerde bir taksiye bindim.

Sürücüsünden müziğin sesini biraz kısmasını rica ettim.

Çok kibar bir tonla, “dilerseniz tamamen kapatabilirim” gibi bir cevap gelince önce bir şaşaladım.

Çünkü İstanbul’da çok kaba şoförlerle karşılaşmaktan taksiye binmeye çekinir olmuştum.

Sonra, giderken biraz sohbet ettik.

Taksi sürmeye on ay kadar önce başlamış.

Emekli olana kadar Antalya Devlet Opera ve Balesi’nde keman çalıyormuş.

Daha önce hiç, şoförü keman virtüözü olan birisinin aracına binmemiştim.

 

Şuracıkta Uçsuz Bucaksız Bir Su Kütlesi

“Bu kadar büyük bir deniz nasıl böyle sıcak olabiliyor” diye şaşkınlıkla belirtmişti yıllar önce Polonyalı bir acenteci.

Bizim sıcaktan bunalım geçirmemiz, bir Avrupalı için özlenen bir iklim aslında.

Alışık olduğumuz şu neredeyse her daim masmavi olan gökyüzü, çok az görünüyor gurbet ellerde.

Bir yılda üç bin küsur saat güneş yüzü görebilen bir Antalyalı, yılda sadece 1.500-1.700 saat güneşin tadını çıkarabilen bir Alman’a, Rus’a ya da bir İngiliz’e oranla iki kat daha şanslı.

 

Konyaaltı Beach Park 

Bundan iki bin yıl kadar önce Antalya’nın yerinde Likya uygarlığı varmış.

Konyaaltı ilçesinin bulunduğu bazı bölgelerde de Olbia şehri.

Gel zaman git zaman Olbia’nın adı bazı rivayetlere göre Selçuklular’ın Konya’dan gelen göçmenleri yerleştirdikleri için Konyaaltı olmuş.

Ya da Kayaaltı sözcüğünden türemiş.

Beach Park’ın yapımına 1996’da başlanmış.

2017-2018 yıllarında eli yüzü yeniden düzeltilmiş, botokslanmış, yüz kadar popüler işletmeye mekanlar verilmiş.

Böylece şehrin önemli can damarlarından, akciğerlerinden biri hâline gelmiş.

Konserler, spor alanları, dalış kulübü, gezinti ve yürüyüş yolları ile mükemmel bir dinlenme alanı şu Beach Park.

İnsanlar burada sosyalleşiyor, dinleniyor, denize giriyor, çimlere uzanıyor.

Burası adeta Antalya’nın Central Park’ı.

Gerçi New York’taki parkın denizi de yok.

Mısır, çekirdek, halka tatlısı satan seyyar satıcılar da piknikcilere seçenekler sunuyor.

Biz de çimlere yayıldık, sokak köpekleri ile birlikte uyukladık, bir serçe kolonisini mısır taneleri ile şişmanlattık.

Deniz De Deniz Hani

Denizde de yavru melanur balıklarına ekmek ikram ettik.

Denize giriş, çıkış çakıl taşları ve eğim nedeniyle biraz zorlu olsa da, bu zorluk denizin berraklığı gibi bir avantajı da beraberinde getiriyor.

Bu özel parkın martı, güvercin, kumru, serçe, kırlangıç, karga, saksağan, kirpi, kertenkele, kedi, köpek, kelebek, arı, uğur böceği gibi düzenli sakinleri olduğu gibi, buraya ara sıra göçmen kuşları da uğruyormuş.

 

Yok Mu Bu Şehrin Güçlü Yap SatçılarıYap?

Ya da cevval otelcileri.

Bu sahillerden hâlâ üç-beş mayolu zibidi denize gieecek diye harcanır mı bu değerli araziler böyle!

Aynı durum Lara Halk Plajları için de geçerli.

Hazır Antalya Müzesi yıkılmış, yerine ne yapılacağı da meçhulken, yapın şu halk plajlarına da 15-20 site, satın dairelerin her birini de bir kaç milyon dolardan.

Bu yap-sat işini öyle tanınmamış müteahhitlere de vermeyin sakın.

Seçin şu meşhur üçün, beşin arasından bir tanesini.

Onlar da çeksinler sahile tel örgüleri, ki artık kimse denize bedava giremesin.

İlla deniz diye tutturanlar da iki adım öteye, Çaltıcak plajlarına falan gidiversinler.

 

Yorumlar

  • Lütfen Bekleyin.

Yorum Yaz