Konfor Alanı Değil, Karşılaştırma Alanı: Verona, Aspendos ve Side
2 hafta önce uzun zamandır hayalini kurduğum Verona’ya gittim. Kısa tatilim bir konfor alanı yaratmak için değildi; gözlem yapmak, kültür ve festival şehirlerini kendi ülkemle kıyaslamak için çıktım bu yolculuğa. Özellikle Verona Odeon’da izlediğim festival ile aklımda hep Aspendos Festivali vardı.
Bu yılki tesadüf daha da ilginçti: Verona’da sahnelenen Zorba, bu yılki Aspendos Opera ve Bale Festivalinin de programındaydı. “Aida” yıllardır her iki arenada da sahneleniyor. Repertuvar açısından ortaklıklar var, ama organizasyonun şehre yansıması açısından büyük farklar göze çarpıyor.
Verona’da festival, yalnızca Arena’nın taş duvarları arasında değil, şehrin sokaklarında da yaşanıyor. Restoranlardan kafelere, mağazalardan otellere kadar kentin her köşesi festivalin parçası. Yani etkinlik, şehri baştan aşağıya bir kültür markasına dönüştürüyor. Verona’ya turistler festival için geliyor. Aspendosun böyle bir özelliği yok gelenler okezyon olarak katılıyor
Aspendos ise bambaşka bir konumda: Tarihsel ihtişamı, akustiği ve sahne gücüyle benzersiz ama şehirden kopuk. Kentin merkezine uzakta olduğu için festival ruhu Antalya’nın günlük yaşamına karışamıyor. Oysa bizde de tam şehrin içinde konumlanan bir antik tiyatro var: Side Antik Tiyatrosu. Verona Arena ile aynı avantaja sahip olmasına rağmen, ne yazık ki Side’de etkinlik yapılmıyor.
Bu hafta Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Side’yi ziyaret etti ve Side Müzesi’nin bundan böyle gece de ziyaret edilebileceğini duyurdu. Bu olumlu bir gelişme; fakat Side Tiyatrosu için yapılabilecek herhangi bir etkinliğin hâlâ müjdesi verilmedi. Turizm sektörü için tam da bu noktada soru işaretleri doğuyor: Şehrin merkezinde, tarihi bir mekân neden hâlâ “pasif” bırakılıyor? Misafirlerin beklentisi sadece ziyaret değil, yaşanabilir bir deneyim.
İşte mesele tam burada. Sadece sahnelemek değil, kültürü şehirle bütünleştirmek. Verona’nın başarısı, sanatı günlük hayatın içine sokmasında yatıyor. Bizde ise antik mekânlar hâlâ bir “ziyaret yeri” olarak kalıyor, koruma ve kullanma dengesi sağlanamıyor, yaşayan birer kültür alanına dönüşemiyor.
Bunun için öneriler basit ama etkili:
Yerel yönetim ve özel sektör iş birliği: Oteller, restoranlar ve festival organizatörleri koordineli bir program oluşturmalı; etkinlik şehir geneline yayılmalı. 2019 yılındaki güzel bir girişimden örnek vereyim Bölgenin en eski ve köklü otellerinden Barut Hotels ki Side’nin arkeolojik çalışmalarına da sponsorluk yapıyor, Türkiye Rusya Klasik Müzik Festivalini Side Tiyatrosunda organizatör Kadir Dursun ile düzenledi, muhteşemdi.
Kültür ve sanatın görünürlüğü: Side Tiyatrosu’nda konser, opera veya tiyatro gibi etkinliklerin düzenlenmesi teşvik edilmeli; bu sadece yerel değil, uluslararası turistin de ilgisini çeker. Belçika Liege 70/80 yıllarda Dünya Folklor Dansları Festivali düzeliyordu şimdilerde Dünya Komedi Festivali Düzenliyorlar. Yerli ve yabancı misafirlerin Folklor Danslarını Side’de sergilemek çok ilgi çekecektir
Dijital tanıtım ve deneyim paketleri: Online rezervasyon, sanal tanıtım ve sosyal medya kampanyalarıyla Dolunayda Athena Tapınağında halka açık etkinlik Side’nin kültürel değerleri öne çıkarılmalı.
Yerel topluluk katılımı: Festival süresince halkın aktif rol alması, misafirin sadece izleyici değil, deneyimin bir parçası olmasını sağlar.
Bugünün turisti artık yalnızca konfor aramıyor; sürpriz, deneyim ve bütünsel bir şehir atmosferi istiyor. Eğer Side Antik Tiyatrosu’nda düzenlenecek bir festival, Antalya’nın merkezinden sahiline, restoranlarından sokak etkinliklerine kadar şehri içine katarsa, işte o zaman “konfor alanını genişleten” gerçek bir kültür turizmi yaratabiliriz.
Sorulması gereken soru şu:
Biz hâlâ sadece Aspendos’un ihtişamına güvenerek turist bekleyecek miyiz, yoksa Verona’nın yaptığı gibi şehirleri bir festival sahnesine dönüştürebilecek miyiz?

Lütfen Bekleyin.