• 28 Eylül 2025 19:07
  • 0
  • 5 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Heybeliada Ruhban Okulu’nu Trump İstedi Diye mi Açacağız?

Bu yazıyı dinleyin
Halim Bulutoğlu 28 Eylül 2025 Heybeliada Ruhban Okulu’nu Trump İstedi Diye mi Açacağız?

Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konusu, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın Beyaz Saray’daki buluşmasıydı. Buluşmada konuşulan ve kayıt altına alınan anlaşma ya da mutabakatların ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ama gerek basın mensupları önünde yapılan konuşmalar ve gerekse arkasından gelen çeşitli açıklamalar, bunların büyük bölümünün ekonomik ve askeri konular olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin gündeminde olan siyasi ve insan haklarına dair konuların ise hemen hiç gündeme gelmediği anlaşılıyor. Tek konu hariç: Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması. Bunun bir siyasi mesele mi, yoksa insan hakları meselesi mi olduğu konusu ise herkesin kendi meşrebince değerlendiriliyor. Muhalif diye bilinenlerin büyük bölümü konuyu siyasi olarak görüyor ve hatta daha ileri giderek siyasi taviz olarak nitelendiriyor.

Türkiye’nin gündeminde 1971 yılında Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmasından bugüne var olan, ha çözüldü, ha çözülecek denilen ve her seferinde farklı pazarlıklara konu edilip buzdolabına kaldırılan bu sorun gerçekten de siyasi bir konu mudur, daha da ileri gidersek okulun açılması siyasi bir taviz midir? 

Okulun açılmasını bir insan hakları meselesi olarak görmezsek, elbette bu yorumlara, değerlendirmelere teslim olabiliriz.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması neden bir insan hakları konusudur?

Konuyu tartışmak için tarihi arka planına bakmakta yarar var. Heybeliada Ruhban Okulu, 1844 yılında Heybeliada Aya Triada Manastırı içinde açılıyor. Amaç, Osmanlı milletleri içinde değerlendirilen Rum Ortodoks azınlığın Ruhban eğitimini gerçekleştirmek. Tıpkı o dönemde kurulan çeşitli kademelerdeki çok sayıda azınlık okulu gibi. Okul, savaş yıllarında geçici duraklamalar dışında kesintisiz olarak 1971 yılına kadar hizmet veriyor. Şu anda Fener Rum Patrikhanesi’nin başında olan Patrik Bartholomeos bu okuldan mezun oluyor mesela. Çok sayıda benzer görevler üstlenen din insanları ya da cemaat önderleri gibi. Okul, Osmanlı modernleşmesinin bir kurumu. Türkiye Cumhuriyeti de bu okula sahip çıkıyor. Kapatılması hiçbir zaman gündeme bile gelmiyor. 1971 yılında kapatmaya konu olan karar da zaten tek başına Ruhban Okulu’na has bir karar değil. Ruhban Okulu, o dönemde benzer statüdeki çok sayıda özel yüksek okul ile birlikte kapatılıyor. Daha doğru bir ifade ile okulun yüksek kısmı, yani ruhban yetiştiren kısmı kapatılıyor ama lise kısmı açık kalıyor. Lise kısmının daha sonraki yıllarda kapanmasının bu kararla ilgisi bulunmuyor, tümüyle öğrenci azlığından ya da yokluğundan cemaatin kendisi tarafından kapatılıyor. Şu anda açılması için de bir engel yok. 

Ruhban Okulu’nun açılması için girişimlerde bulunanların karşılaştığı itirazların temelinde, okul yönetiminin YÖK’e mi yoksa Patrikhane’ye mi bağlı olacağı sorusu yatıyor. Ya da böyle olduğu söyleniyor. Aslında teknik olan ve iyi niyetle çözülebilecek olan bu sorun, ne yazık ki, siyasetin gölgesinde taa bugünlere kadar taşınıyor. Sorunun iddia edildiği gibi ne Tevhid-i Tedrisat Kanunu, ne Lozan Antlaşması’nın engelleyici olduğu iddia edilen hükümleriyle ilgisi var. Hatta tersine çözümsüzlük aslında Lozan Antlaşması’nın ihlali bile sayılabilir. Çünkü konu başlangıçta Osmanlı’nın, sonrasında ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının ayrılmaz parçası olan Rumların temel haklarından birinin, eğitim hakkının ihlali. Yani bir insan hakkı ihlali olarak ele alınabilir ancak.

Bu hakkın Batı Trakya’daki Müslüman azınlığın haklarıyla ilişkilendirilmesi ve bir mütekabiliyet konusu haline getirilmesi ise konunun siyasileştirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Ne yazık ki, iki tarafın, yani Türkiye ve Yunanistan’ın birbirlerinden beslenen milliyetçilikleri, her iki ülkenin azınlığını oluşturan insanlar üzerinden siyaset yarışı yapıyorlar ki asıl kurtulunması gereken bu oluyor.

Ruhban Okulu’na davet

Umuyoruz okul, bu kez açılır. Hala kuşkuları olanları, önyargılarından kurtulamayanları, Heybeliada’ya, adanın iki tepesinden birinin üzerine kurulmuş, karşıda İstanbul, arkada Uludağ’ın zirvelerine ve önünde sere serpe uzanan Marmara’ya hâkim bir noktadaki Ruhban Okulu’na davet ediyorum. Ediyorum diyorum çünkü ben de bir adalıyım. Elbette benim davetim okulun bulunduğu alanın asıl sorumlusu olan Fener Rum Patrikhanesi’ni bağlamaz. Ama ne mutlu ki, son 15 yıldır bu okulun kapısı gelen ziyaretçilerin tamamına açık. Biz adalılar, bu okulun gerek içinde, gerekse bahçesinde çok sayıda toplantı, konser, sergi gerçekleştirdik. Rehberli turlarla çok sayıda ziyaretçiye eşlik ettik. Okulda şu anda kapsamlı bir restorasyon hazırlığı var. Okulun açılacağı öğrenildi de, o nedenle bu hazırlık yapılıyor diyenlere verilebilecek yanıt ise hayır. Okulun restorasyon ihtiyacı uzun zamandır gündemdeydi.  Adalar bir SİT alanı. Öyle her isteyen, istediği gibi tadilata, restorasyona kalkışamıyor. Bunun için kapsamlı projeler hazırlanması ve ilgili Koruma Kurulu’ndan onay alınması gerekiyor. Bu hazırlıklar uzun süre önce tamamlandı. Kaynak da sonunda bulundu ve çalışmalar neredeyse 1,5 yıldır devam ediyor ki, önümüzdeki yıl tamamlanması bekleniyor.

Umuyoruz tamamlandığında, okul üzerinden yürüyen tartışmalar da biter ve 55 yıl aradan sonra Heybeliada Ruhban Okulu öğrenci kabul etmeye başlar. 

 

Yorumlar

  • Lütfen Bekleyin.

Yorum Yaz