'Kültürel Hegemonya' ve Kültür - Turizm Bakanlığı
Türkiye her alanda olduğu gibi, Kültür ve Turizm alanında da merkezi ve otoriter bir yapılanmaya gidiyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin böyle bir hedefi var mıydı bilinmez ama, tüm kararların ve uygulamaların Ankara'dan yönetildiği, yerelin inisiyatifinin tümüyle elden alındığı bir döneme adım adım ilerliyoruz.
Düne kadar festivaller denince akla, belediyelerin, yerel kültür sanat inisiyatiflerinin, dernek ve vakıfların organizasyonları gelirdi. Bu organizasyonlarda gözle görülür bir azalma yaşandı 2025 yılında. Aslında eğilim 2024 yılında başlamıştı. Daha doğrusu 2023 yerel seçimlerinden sonra. Büyükşehirlerin hemen tamamında yerel yönetimleri muhalefete kaptıran iktidar, yeni bir politikaya kapı araladı. Tasarruf tedbirleri ile belediyelerin kültür ve sanat etkinliklerine para ayırmasının önüne geçtiler. Belediyelerin sadece etkinliklere değil, kültürel yatırımlara, kente yeni kültür mekanları, müzeler kazandırılmasına yönelik çalışmalarına da ayrılan bütçeleri kıstılar. Yapılacak yatırımlar tümüyle izne bağlandı.
Bunda İstanbul ve Ankara gibi metropollerde 2014-2019 döneminde büyükşehir belediyeleri tarafından kültürel alana yapılan yatırım ve etkinliklerin toplum nezdinde olumlu karşılık bulmasının de etkisi oldu. Örnek İstanbul. 2014-2019 döneminde İstanbul'da, çok sayıda tarihi mekan halkın büyük beğenisini toplayan, en çok ziyaret edilen ve bir anlamda nefes almasını sağlayan kültür merkezlerine dönüştürüldü. Gazhane İstanbul, Yedikule Kulesi, Haliç Tersaneleri, Beyoğlu'nda Casa Botter, Fatih Aksaray'da Bulgur Palas, Artİstanbul Feshane, Çubuklu Silolar, Cendere Sanat Merkezi, Metrohan, Büyükada Taş Mektep, Turşucuzade Konağı gibi.
İBB öte yandan çok doğru bir politikayla, pandemi döneminde tümüyle işsiz kalan, bir anlamda meslek olarak yaşayan ölüye dönüşen sanatçılara da kol kanat gerdi. Onlara, sözü edilen kültür merkezlerinin kapısını açtı, kaşe ödeyerek sahne almaları sağlandı. Ve bütün bunlar, çok mütevazı sayılabilecek bütçelerle yapıldı.
Benzer örnekleri diğer il ve ilçelerde de gözlemek mümkün.
2023 yerel seçimlerinde iktidarın yaşadığı hezimetin arkasında, halka dokunan, sadece kültür-sanat alanında değil, çocuk, kadın, ileri yaşlı, öğrencilere yönelik sosyal destek politikalarının yerel yönetim uygulamaları vardı.
Silkelenen belediyeler
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belediyeleri silkeleme talimatı da yerel seçim hezimetinden sonra geldi. Başlangıçta SSK borçlarının tahsili gibi ekonomik abluka sanılan silkeleme, giderek her alana yayıldı. Geçtiğimiz ekimde başlayan gözaltı ve tutuklamalar, 19 Mart sonrasında tam bir ablukaya dönüştü.
Görülen o ki, yargı eliyle yürütülen operasyonların sonu gelmeyecek.
Ama konu o kadarla sınırlı değil.
Bir yanda bütçe kesintileri, öte yanda davalar
Tasarruf tedbirleri gerekçesiyle yerel yönetimlerin her türlü etkinliklerinin önünü kesmeye çalışan iktidar, öte yandan belediyelere yönelik yargı operasyonlarının da merkezine kültürel etkinlikleri koydu. İBB operasyonunun merkezine Kültürel etkinlikler kondu. İBB Kültür Aş üzerinden yapılan ihaleler, henüz iddianamesi yazılmayan dava sürecinin en önemli malzemeleri olacak gibi görünüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen gözaltı dalgası da tamamen, konserler, toplantılar gibi kültürel etkinliklerde aranan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları.
İktidar bu operasyonlarla, kendi elinde olmayan belediyelere bir gözdağı vermiş, bu alandan elinizi kolunuzu çekin demiş oluyor.
Kültürel hegemonya
Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç yıl önce bir itirafta bulunmuştu. Her alanda başarılı olduk ama kültürel alanda hegemonyamızı inşa edemedik demişti mealen. 2017 yılında İstanbul Kongre Merkezi'nde Ensar Vakfı'nın genel kurulunda söylemişti bu sözleri: "Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var" demişti tam olarak.
Kültürel olarak yapamadıklarını, şimdi yargı eliyle, çıkarılan kararnamelerle yapmaya çalışıyor iktidar. Bir yandan yerel yönetimlere meydanı dar ederken, öte yandan Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle, hiç te tasarruf tedbirleri gibi bir kaygı gütmeden, bütün Türkiye'de festivaller organize ediliyor. Bu organizasyonların bütçesi konusunda bilgi verilmiyor. Denetleyen de bulunmuyor. Yıllar sonra gelecek Sayıştay denetim raporlarının ise herhangi bir kıymeti harbiyesi olmadığı da biliniyor.
Görünen o ki, 2026'da bu süreç tümüyle merkezileşmiş, Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle yapılanların dışında, hadi buna İKSV gibi yılların kültür sanat vakıflarının yaptığı festivaller dışında bir şey kalmamış olacak. Ki İKSV gibi kültür kurumlarına da sponsorlara ulaşmak dahil ciddi sorunlar, engeller çıkarıldığını biliyoruz.
Bakan Ersoy: 2027'de Kültür Yolu Festivali 32 Şehre ulaşacak
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy, 26 Eylül'de İstanbul Kültür Yolu Festivali'nin açılışında yaptığı konuşmada, Kültür Yolu festivallerinin dünya çapında bir marka olduğunu ve dünyanın en önemli festival etkinliklerinden biri haline geldiğini söyledi. Ve şu bilgileri verdi: “Bugün burada sizlerle büyük bir müjdeyi paylaşmaktan gurur duyuyorum. 2026 yılında Türkiye Kültür Yolu Festivali, 20 şehirden 26 şehre genişliyor. Her ilimizden, her bölgemizden “Türkiye Kültür Yolu Festivali’ni ilimize getirin” talepleri geliyor ancak hak verirsiniz ki her talebe hemen olumlu yanıt verebilme yapabilme şansımızı yok. Biz de bu noktada öncelikli olarak büyükşehirler olmak üzere coğrafi bölgeler, iklim koşulları gibi faktörleri göz önüne alarak festivalimize katılacak yeni illerimizi belirledik. Türkiye Kültür Yolu Festivalimiz Aydın, Eskişehir, Kahramanmaraş, Mersin, Ordu ve Sakarya’nın da katılımıyla, 2026 yılında 26 ilde ve neredeyse 8 aya yayılan bir takvimde hayat bulacak. “ Ersoy, 2027’de ise Balıkesir, Denizli, Hatay, Kocaeli, Muğla ve Tekirdağ’ın da katılmasıyla toplam il sayısının 32’ye yükseleceğini söyledi.
Ersoy Kültür Yolu Festivalleri'ne ek olarak bu yıl doğu illerinde Bakan Ersoy ayrıca, Anadolu Şenlikleri başlattıklarını da söyledi ve “Bir Anadolu Şenliğimizin ve Yaşayan Miras Şölenlerimizin devam edeceğini de belirtmek isterim.” ifadeleriyle bu etkinliklerin sürdürüleceğini kaydetti. Ersoy, “Temennim odur ki, bu festival sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında kültür ve sanatın ışığını çoğaltmaya devam etsin. Sanatın birleştirici, iyileştirici ve dönüştürücü gücünü hep birlikte yaşayalım.” dedi. Son 23 yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kültür-sanat altyapısında büyük mesafe kat edildiğini belirten Ersoy, festivallerin modern sanatlardan geleneksel ve klasik sanatlara kadar tüm dalları kucakladığını söyledi. Somut Olmayan Kültürel Mirası yaşatan sanatçılara alan açtıklarını ve onları geleceğe taşıdıklarını kaydetti.
Bir yanda yasaklar, öte yanda sonsuz harcamayla festivaller
İBB ya da ABB'nin sanatçılara kaşe ödemeleri üzerinden davalar açıp gözaltılar ve tutuklamalar gerçekleştiren iktidar, öte yandan her birinde 400 ile 700 arasında etkinlik içeren Kültür Yolu Festivalleri'yle kendi kültürel hegemonyasını inşa edeceğini düşünüyor.
Bakanlığın sinema ve tiyatroculara verdiği maddi desteğin hangi kıstaslara dayandırıldığı da hesaplandığında, bir yanda havuç, öte yanda sopa politikasının bu dönemin esas kültür politikası olacağı kendini göstermiş oluyor.
Makbul ve makbul olmayan sanatçılar
Bu yılın öne çıkan tartışmalarından biri kimi sanatçılara adı konulmamış boykotlardı. İktidar açısından makbul sayılanların önü her açıdan açılıp, her yere davet edilirken, bir bölümü ise adı konulmamış şekilde yasaklı ilan edilivermişlerdi. Yaz başında Efes, Bodrum gibi antik tiyatrolarda yapılacak müzik festivallerinin iptal edilmelerinin perde arkasındaki gerekçesinin bu olduğu uzun uzun yazıldı çizildi. Bu uygulama gelecekte de devam edecek gibi görünüyor.
Diziler, Ayşe Barım olayı ve Kültürel Hegemonyanın bir başka yüzü
Son günlerde en çok tartışılan davalardan biri, Ayşe Barım davası bilindiği gibi. Ayşe Barım, dizilerde ve filmlerde rol alan sanatçıların menajerliğini yapan bir şirketin sahibi. Tam da bu kültürel hegemonya tartışmalarının göbeğine, Ayşe Barım davası yerleştirildi. Önce konu, menajerliklerini yaptığı sanatçılar üzerinden dizi ve film alanında bir tekelleşme tartışması açıldı, sonra da bu garip iddiadan bir sonuç çıkamayacağı anlaşılınca da Ayşe Barım Gezi olaylarının organizatörlüğüne ve hükümeti devirme eylemine bağlandı. İçi boş davalardan biri olduğu bilindiği halde ısrarla tutukluluk hali sürdürülmeye ve onun üzerinden sanatçılara sopa gündemde tutulmaya çalışılıyor. Bir başka deyişle Ayşe Barım üzerinden sanatçıların sesini kesmek, sağlayamadıkları hegemonyayı, korkutmakla, sindirmekle ve ardından gelecek biat ile gerçekleştirmek isteniyor.
Ersoy, yumuşak güç
Şirketlerine yapılan arazi tahsisleri, Kartalkaya yangınındaki sorumluluğu, her kabine değişikliği gündeme geldiğinde görevden ha alındı, ha alınacak iddiaları ile tartışmaların odağındaki Ersoy, kültür ve sanatın iktidar açısından dikensiz gül bahçesine dönüştürülmesi operasyonunun yumuşak gücü olarak görülüyor ve saray çevresinde el üstünde tutuluyor olmalı. Sonuçta Ersoy, Ak Parti'nin ilk halkalarında yer olan bir "dava" adamı değil. O da sonradan eklemlenenlerden.
Herkes tersini söylüyor ama ben, misyonunu tamamlayana kadar, en azından genel seçimlere kadar görevde kalacağına inanıyorum.
Peki ya Turizm?
Konunun kültürel tarafı üzerinde konuştuk da, turizm tarafında bir söz etmedik diyenlere söyleyebileceğim ise şu.
Bakanlığın gücü, kaynağı ve yetkilerine ek olarak, TGA'nın kuruluşu, sahip olduğu kaynaklar ve Bakana tabi yönetimiyle turizmin bütünü üzerinde, hemen tüm meslek kuruluşları üzerinde zaten bir hegemonya sağlanmış oldu.
Söylenebilecek tek şey: Geçmiş olsun!
Lütfen Bekleyin.