Marmara ve Avşa’da İki Ayrı Gün
Son üç ay içinde Marmara’nın ortasındaki adalar olarak bilinen Marmara takımadalarına iki kez gittim. İlkinde, Nisan sonunda, bu adaların en büyüğü ve merkezi Marmara Adası’na, ikincisinde de Eylül başında Avşa Adası’na. Her ikisi de Marmara Adaları Belediyesi’yle, bu adaların son yıllarda yürüttüğü çok sayıda projeyle öne çıkan sivil toplum kuruluşu Galimi- Çınarlı Derneği’nin işbirliği içinde düzenledikleri turizm toplantılarına konuşmacı olarak davet edilmemle gerçekleşti. Marmara Adası’na 1979 yılında gitmiştim ilk olarak. Yani iki seyahat arasında 45 yıldan fazla zaman geçmiş. Her iki adada da, 'adalar turizminin dünü, bugünü ve yarını' üzerine idi konuşma başlığı. 45 yıl da, turizm açısından bir tarih sayılabilir. Ama ben, 19. yüzyıl sonlarından alıp, bugüne getirdiğim neredeyse 150 yıllık bir geçmişi ele aldım. Bilenler bilir, resort turizm aslında İstanbul’da ve spesifik olarak da İstanbul Adaları’nda başladı. Buna deniz-kum-güneş turizmi de diyebiliriz. İstanbul’un ilk plajları İstanbul’un güney kıyılarıyla birlikte Adalar’da açıldı. Büyükada Yörük Ali (eski adıyla Yorgoli) en eskilerinden sayılır ve hala aktif. Yine İstanbul’un en eski resort otelleri de İstanbul Adalar’ında faaliyette.
Konuşma konumuz Marmara Adaları ise, turizme 1950’li yılların ortasından itibaren adım atıyor. İlk olarak karşı kıyıda, Erdek’te başlıyor pansiyonculuk ve ardından oteller. Efsanevi TUSAN otel zincirine Uludağ sonrası eklenen ikinci halka Erdek’deki Gül Plaj oteli. Açıldığı ilk iki yıl TUSAN Erdek oteli olarak faaliyet gösteriyor Gül Plaj oteli. Erdek’te turizmin başlangıcı ise bölgedeki kamu kampları sayılabilir. Erdek’in hemen önündeki Zeytinli Ada ilk kamu kampına ev sahipliği yapmış uzun yıllar. Avşa ve Marmara adaları ise 1950’lerin sonundan itibaren, Erdek’in hemen ardından turizmle tanışıyor. Bu yıl Büyükada’da Adalar Müzesi tarafından açılan iki serginin başlığı ‘Bodrum ve Marmaris Yokken, Adalar Vardı’ idi. Sergiler halen Büyükada Vapur iskelesi yolcu alanında izlenebilir. Bir tarafında Burgaz, diğerinde Büyükada yer alıyor vapur iskelesi üzerindeki bu sergilerin. Ama aynı tanım, Marmara Adaları için de kullanılabilir. Yani Bodrum, Marmaris ve hatta Antalya yokken turizmde Marmara Adaları vardı. Erdek Ankara ve Eskişehir’den turist alarak başlamıştı yolculuğuna. Marmara Adaları, yani Marmara Adası ve Avşa ise İstanbul’dan. Çünkü bu iki adaya İstanbul düzenli vapur seferleri vardı. Marmara Adalılar bu seferlerin vapurlarını hala hayırla yad ederler. Bu vapurları çekip de yerine motordan bozma arabalı vapurları koyanlara da epeyce kızgınlar. 1990’lı yıllarda Bedrettin Dalan döneminde sefere konan deniz otobüsleri, yolculuk süresini kısaltmış ama en ufak bir havada iptal ediliverince Adalılar da haklı olarak tepki gösteriyorlar. O deniz otobüsleri de artık neredeyse Marmara’dan çekildi çekilecek noktaya geldi denebilir. Bu yaz hemen hepsi, Ege’ye Yunanistan adalarına yolcu taşıyorlar.
Konuşmalarım hem Marmara ve hem de Avşa’da turizmin dünü ile başlamıştı ama asıl ilgiyi, konuyu bugüne getirdiğimde ve izleyicilerle daha çok göz göze gelme imkanı bulduğumda yakaladım denebilir. Çünkü nasıl başladığı değil, nasıl bu hale gelindiği ilgilendiriyordu onları. Ve bu halden nasıl düze çıkılacağı… Her iki ada da dünden kalan ne varsa yok etmişti. Eski Rum yerleşiminden neredeyse hiç iz kalmamıştı. Marmara Adası’nda belki o kadar değil ama Avşa bir beton ada olmuştu. Avşa’ya ilk gidişimdi. Ada, turizm açısından her şeye sahip bir coğrafyada, hemen her noktasından denize inmeye izin veren jeolojik yapısıyla turizmde hala aranan bir yer olabilecekken, insan eliyle bu hale nasıl geldiğini anlayamıyor insan. Daha doğrusu anlayabiliyor. Çünkü bu facia, hemen her turizm bölgemizde yaşandı ve ne yazık ki hala yaşanmaya da devam ediyor. 1980’li yıllarda İspanya’dan ders alalım da betonlaşmayalım derdik, bunun üzerine uzun uzun yazılar yazardık. Aslında İspanya’ya kadar gitmeye gerek yok, Avşa’ya, Erdek’e, İstanbul’un Kumburgaz-Silivri hattına baksak, yapılan hatalardan ders alırdık ama ne mümkün…
Marmara Adası sakinliğini ve yeşilini koruyor. Ama kaybettikleri de var. Marmara’nın kirlenmesi ve aşırı balık avlanması sonucu köyün zenginliğini oluşturan balıkçılığı, balık sanayiini kaybetmiş. Balık konserveciliği bu adada başlamış. Taa Rumlar zamanından. 70’li yıllara kadar da marka işletmeleri devam etmiş ama sonra hepsi kapanmış. Avşa’da bağcılık turizme yenilmiş. Ünlü Ada Karası üzüm bağları uzun yıllar ihmal edilmiş, elbette şarap üretimi de. Ancak son yıllarda yeniden hatırlanıyor. Hatırlamanın tarihi, tıpkı karşı Tekirdağ, Şarköy-Mürefte bağlarında olduğu gibi 1990’lı yılların sonlarında başlıyor. Adanın Büyülübağ şarap markasının öyküsü, Türkiye’de son yıllarda gelişen butik şarapçılığın tarihinden farklı değil. Büyülübağ’ın temelleri, çok uluslu bir firmada üst düzey yöneticiyken, radikal bir değişiklikle toprağa yakın olup, hayallerindeki şarap üretme isteğinin peşinden gitmeye karar veren Alp Törüner tarafından 2003 yılında atılıyor. Üretim tesisleri, Avşa’nın tepesinde, karşısında Marmara ve Paşalimanı adaları ile Çukurbağ Yarımadası'nın sıralandığı olağanüstü bir manzaraya hakim noktada kurulmuş. Önünde Ada Karası üzümüyle birlikte, farklı coğrafyalardan taşınmış üzümlerin bağları uzanıyor. Bu tesis sayesinde belki bir gün yazlık konut kooperatifi gelir de para kazanırız diye sahipleri tarafından ihmal edilmiş diğer bağlar da yeniden canlanmaya başlamış.
Avşa’daki toplantıda elbette bağcılık ve önoturizm de konuşuldu ki, zaten toplantımızdan birkaç gün sonra Marmara Belediyesi öncülüğünde ikinci kez yapılan ‘Başka Bir Avşa: Ada Karası Üzüm Hasadı ve Şenliği’ de başlayacaktı. Ama ben daha çok, var olan Avşa nasıl dönüştürülebilir üzerine konuşmayı tercih ettim. Ve Side örneğini verdim, bu dönüşüm için. Sevgili Başkan Şükrü Sözen ile turizmgazetesi için yaptığım ve yaklaşık bir ay önce gazetede yayınladığımız söyleşiyi anarak. Eğer Avşalılar isterse, yerel yönetim ile birlikte böyle bir dönüşümü gerçekleştirebilirler dedim. Karşımda da Marmara Belediyesi’nin iki meclis üyesi oturuyordu. Toplantının kalanında genellikle bu konu üzerinde döndü konuşmalar. Hepsi söz verdiler, en kısa zamanda gidip Side’yi göreceğiz diye. O toplantıdan iki hafta sonra Şükrü Sözen gözaltına alındı ve tutuklandı. Hiçbir başarı cezasız kalmaz demişler ya öyle. Şimdi düşünüyorum da, yaşanan bütün bu olup bitenlerden sonra hangi belediye başkanı öyle radikal bir dönüşüme cesaret edebilir?
Günü kurtarmak, top çevirmek, gerektiğinde baskılara boyun eğip muktedire yaslanmak varken.
Benimkisi de abesle iştigal..
Lütfen Bekleyin.