• 14 Ocak 2024 20:48
  • 0
  • 16 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Dünyada kalkınmada başarılı olan devletler

Bu yazıyı dinleyin
Kayhan Taner Özen 14 Ocak 2024 Dünyada kalkınmada başarılı olan devletler

 

I.Dünya Savaşının sona ermesi, gemileri vasıtasıyla Dünyanın her noktasında hegemonyalarını kurup sosyal, ekonomik sömürü sistemi kurmuş olan, hanedanlıklar sisteminin de sonu oldu. Siyasi tarihçilere göre artık ulus devletler çağı başlamıştı. Gerçekte ulus devletler çağı başlamıştı yoksa uluslar arası şirketler çağı mı? Sorunun cevabına 1923-2023 arasında Dünya devletlerinin kalkınma süreçleri açısından bakmakta fayda vardır. 

Her ne kadar İngiliz İmparatorluğu I.Dünya Savaşından galip çıksa da Çanakkale’den gücünü sıfırlayarak ayrıldı

. Akabinde İngiltere’ye rağmen Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve daha önemlisi İngiliz tacının mücevheri Hindistan Türkiye’yi örnek alıp bağımsızlığını ilan etti. Kısa sürede Kanada ve Avustralya da bağımsız devletler kimliğine büründüler. Türkiye örneğinin başarılı gidişatı üzerine sömürge halklar içinde kuvvetlenen bağımsızlık rüzgarı İngiltere ve Fransa’yı çözüm arayışına itti ve sonuç olarak sömürge bölgelerinde (başta Ortadoğu olmak üzere) kukla devletler kurmaya başladılar.

İki dünya savaşı arasındaki dönemde ekonomi alanında iki önemeli gelişme yaşandı. Birincisi 1917 Bolşevik devrimi ile kurulan ekonomik sistem. Diğeri ise 1929 ekonomi buhranı. Çarlık Rusya’sının yıkılmasıyla kurulan komünist sistem ithal ikameci üretim anlayışı ile her malı özellikle gelişen metal teknolojileri sayesinde sıçrama yapan makine üretimini artırdı. Merkezi yönetimin tekelinde bulunan planlama ve yatırıma karar verme gücü kısa denilebilecek bir sürede Rusya’da gelişmiş sanayi üretimi ve kalkınma yarattı. Fakat bu üretime iç pazar yettiği için ihracat gibi bir beklentisi yoktu. Uluslar arası ticaretten bir artı değer kazanma ihtiyacı henüz ortaya çıkmamıştı.

Dünya ekonomik düzeni ve ulusların kalkınması için asıl belirleyici olan ise 1929 ekonomik krizidir. Krizin sebebi ABD şirketlerinin mallarının pazarının üretime yetmemesi sonucu düşen karların yarattığı finansal bozulma olmuştur. Kriz bütün dünya ekonomik düzenini sarsmıştır.

1929 krizinin arka planında 1918 yılına gelene kadar ki ABD’ye bakmak gerekir. ABD, Kanada, Avustralya emperyalist devletlerin klasik sömürge kolonilerinden farklıdır. Bu koloniler mevcut insanları yok sayılarak arındırılmış, Anglosaksonların göç eden kendi halkları tarafından kurulmuşlardır. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik sistemleri Kuzey Batı Avrupa’dan gelmiştir. 

Mülkiye’de değerli hocamız Mümtaz Soysal günümüz demokrasilerinin kaynağının mihenk taşlarından birinin Magna Karta antlaşması olduğunu söylemişti. İngiltere kralı ile soylular arasında yapılan bir antlaşmanın demokrasiye ne katkısı oldu tartışılır fakat edinilmiş mülkü koruduğu için Kuzey Avrupa’da ticareti, imalatı desteklediği sonuç olarak güçlü burjuva sınıfının oluştuğu bir gerçektir. Sanayileşme ile ekonomik güç tamamen burjuvazinin sahip olduğu şirketlere, kurumlara geçmiş krallar ve soylular nostaljik figürlere dönüşmüşlerdir.

Sanayileşmenin sömürgecilikle birlikte oluşturduğu muazzam sermaye Kuzey Amerikan eyaletlerinin erkenden İngiltere’den bağımsızlıklarını almalarını sağlamış, akabinde Güney eyaletlerini bünyesine katmış, İspanya Kralından ve Rus Çarından topraklar satın alarak sanayi üretimine geniş bir pazar oluşturmuştur.

İşte bu ABD ekonomik devinin entelektüelleri I. Dünya Savaşına girmek istemişlerdir. Çünkü üretimleri için dış pazarlar gerekiyordu. Fakat Avrupa’dan fakirlik nedeniyle göç edip gelen şimdinin varlıklı halkı “bize ne kralların, imparatorların savaşından” deyip eski kıtanın bitmek bilmez savaşlarından bu büyük olanına girmek istemediler. Savaş sonunda Avrupa ekonomileri de çökünce Atlantik ticareti büyük darbe yedi ve pazarı yetmeyen ABD ekonomisi 1929’da krize girdi. Kriz kamu harcamalarını artırmak yoluyla (serbest piyasaya en büyük müdahale) otuzların ikinci yarısında aşılabildi.

Bu arada Avrupa’da I.Dünya Savaşının kapatılamayan hesabı için eski düşmanlar yeniden karşı karşıya geldiler, II. Dünya Savaşı. 

Hitler Almanya’sının mevcut teknolojileri ileri taşıyarak oluşturduğu sanayisi ülkeye ihracattan para akmasını sağladığı gibi rakip ülkelerin de ilerisinde bir askeri güç sağladı. Havacılık, otomotiv, kimya, elektronik sektörleri kısa sürede büyük ilerlemeler kaydettiler. Doğuda ise aynı gelişmeyi Japonya yaşıyordu. Bu iki sanayileşmiş devlete pazarlar gerekiyordu. Savaşı başlattılar.

ABD bu yeni savaş fırsatını bu kez kaçırmadı. Japonya’ya Pearl Harbour limanını bastırtarak, Almanya’ya da Americana transatlantiğini batırtarak (Almanlar asla kabul etmediler) halkını kolayca ikna etti ve savaşa girdi. Savaş sonunda da ABD sermayesi istediğini elde etti. Önüne açılan koca bir dünya pazarı. Arkasından gelen çeyrek yüzyıllık refah dönemi (Baby boomers diye bilinir ) ABD ekonomisine ve sermayesine istediğini verdi. Ürettiği malları üreten Avrupa sıfırı tüketmiş, Japonya dümdüz olmuş; ABD’nin ekonomik bir rakibi kalmamıştı. Otomotivden havacılığa, elektronikten kimyaya her teknolojinin tek satıcısı, dünyanın piyasa yapıcısı tek başına ABD olmuştu.

Yalnız ABD için küçük bir sorun vardı; komünizm. Hitler ile verdiği savaşta 20 milyona yakın kayıp veren buna karşın hayatını kaybeden 6 milyon Alman askerinin 5 milyonunu öldüren Rusya savaşın Avrupa’da asıl kazananı idi ve savaştan diğer galipler İngiltere ve Fransa’nın aksine dimdik ayakta çıktı. İngiltere’de 1953 yılına kadar ekmek ve patates karne ile satıldı (kaynak; Alan McGill), gemilerine yakıt koyamayınca bütün sömürgeler altmışlı yılların başına kadar bağımsızlığını ilan etti.

Rus komünizminin başarısını gören halklar rejim değişikliği istiyordu. Seçimleri komünist partiler kazanıyor, rejim değişiklikleri bütün dünyada hızla yayılıyordu. Bu durum ABD sermayesi için pazar kaybı demekti. Kabul edilemezdi. Seçim kazanan komünist partilere İtalya’da olduğu gibi darbeler yapıldı fakat bu durum sürdürülemezdi. ABD’de bile komünizm ile mücadele başlatıldı; McChartism. Fakat Orta Doğudan Güney Amerika’ya, Afrika’dan Güney Asya’ya komünist rejim talebi yayılıyordu. Bu rejime geçen ülkeler de ekonomik partner olarak Rusya’ya gidiyorlardı. Dünya bir anda iki kalkınmış, zengin egemen gücün etki alanına ayrılmıştı, SSCB ve ABD. Komünist olan fakirler arasında daha popülerdi. Eşitlik, kardeşlik ve zenginlik vaat ediyordu. ABD dış politikası gerek darbelerle rejimi değiştirerek gerekse Kore ve Vietnam’da olduğu gibi fiilen savaşa girerek pazarını daraltan komünizme karşı savaştı. Fiili savaş sürdürmek ABD ekonomisi için bile sorun oluşturacak bir masraftır. Darbeler, hükümetleri ve siyaseti satın almak da bir yere kadar devam edecektir. Sonuçta  ABD yönetimi uzun vadeli çözümü SSCB’yi çevreleyen kalkınmış serbest piyasa ekonomisine sahip ülkeler zinciri kurmada bulmuştur. 

ABD hükümeti 1948 yılında acilen komünizme kayma tehlikesi olan 16 (OECD) Avrupa ülkesine Marshall yardımlarını başlattı. Zamanın parası ile 17 milyar $ (bugünün 230 Milyar $’ı) 4 yıl içinde aşağıdaki grafik oranında dağıtıldı. Bu para ABD GSYH’nın %5 idi. Ayrıca 1951’den sonra 1961 yılına kadar bir 7 Milyar $ daha bölgeye gönderildi.

 

Görüleceği gibi aslan payını İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda aldı. Özellikle ülkelerin nüfuslarını dikkate alırsanız Katolik İtalya’nın daha az, Ortodoks Yunanistan’ın ondan da az, Müslüman Türkiye’nin ise en az destek aldığını görürüz. 

Marshall yardımları ilk önce 16 ülkenin cari harcamalarına, bütçe giderlerine kullanılmıştır. Böylece I.Dünya Savaşından sonra Avrupa’da yaşanan enflasyon faciasından kaçınılmak istenmiştir. Fakat komünizme karşı asıl çözümü Kuzey Avrupa’yı kalkındırmada bulan ABD yönetimi firmalarına doğrudan yatırım emrini vermiştir. Bilinen örnekler Ford’un İngiltere’ye yatırımı, Chrysler’in Fransa’ya Simca yatırımı, General Motors’un markası Opel vasıtasıyla Almanya’ya yatırımı gibi piyasa derinleştirici yatırımlardır.

Ayrıca ADB dev tüketim kapasitesini Avrupa’nın ihracatına sonuna kadar açmıştır. Bu sayede Avrupa firmaları, dolayısıyla ekonomileri toparlanmış ve kısa sürede savaş öncesi GSMH’larına ulaşmışlardır. Elbette 1957’de kurulan AET Avrupa Ekonomik Topluluğu projesinin Avrupa’nın kalkınmasına katkısını ayrı değerlendirmek gerekir.

Doğuda ise aynı politika komünist SSCB ve Çin’e karşı Japonya, Tayvan, Kore için uygulanmış (Kore ve Vietnam için önce fiili savaş verilmiştir.), bu ülkeler kalkındırılmıştır SSCB’nin Güneyinde kalan Müslüman Ülkeler (Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş) için daha kolay bir yöntem ile; siyasetlerini yaratılan komünizm tehlikesine karşı manipüle etmekle çözüm bulunmuştur. Dağınık sosyal yapıya sahip olan Hindistan ABD tarafından komünizmin tehdidi altında görülmemiştir. Kanada ve Avustralya’da birer beyaz, Anglosakson, Protestan ülke olarak ABD ekonomisinin sağladığı imtiyazlardan yararlanıp kalkınmış ülkeler olmuşlardır.    

Karşı kampta yer alan SSCB ve takipçileri savaştan sonra ithal ikameci ekonomik politikalara yönelmişlerdir. Emperyalist kapitalizme karşı savaşmak ya da ondan korunmak için ihtiyacı olan her şeyi üretmek olmuyorsa kendi kampından alışveriş yapmak üzerine yürüyen SSCB takipçileri kalkınma konusunda pek bir yere varamamışlardır. Savaştan sonra kendi nükleer silahlarını üreten, savaş uçakları, tankları ile Batıdan aşağı kalmayan SSCB bir de uzaya dolmuş işletmeye başlamıştır. Sömürgecilerinden kurtulmuş olan ve kalkınmak için çabalayan devletler için bundan daha iyi bir başarı hikayesi olamazdı.

Fakat uluslar arası ticaretten pay alıp, pazar ülkelere satacağı katma değeri yüksek mallar ile gelirini katlamayan ülkelerin kalkınamayacağı gerçeği Doğu Bloğunu ve ideallerini ancak 80’li yıllara kadar yaşatabildi. Sonra sistem çöktü. Geride SSCB dahil kalkınmış, zengin bir ülke bırakamadı. Elbette komünizm sisteminin dünya ekonomilerine katkıları inkar edilemez. Özellikle komünizmin en yakın takipçileri olan Kuzey Avrupa ülkelerinin kalkınmasına ve bugünkü Avrupa Birliğine ideolojik katkıları tartışılmaz.

Avrupa Birliği; yarım yüzyıl içinde rahmetli Jean Monnet’in fikir babalığını yaptığı Fransa Dış İşleri Bakanı Robert Schumann’ın da siyasi desteği verdiği kömür çelik birliğinden altı ülke arasında kurulan (Almanya, Fransa, İtalya, Benelux) Avrupa Ekonomik Topluluğuna, oradan da bugünkü neredeyse bütün Avrupa’yı kapsayan bir refah ve demokrasi adasına dönüşmüştür. Kendi devasa pazarını yaratan AB sadece ekonomik olarak değil demokrasi ve hukuk olarak da Avrupa’yı sağlam temeller üzerine oturtmuştur. AB projesi insanlık tarihine savaşlarla geçen kıtayı çağdaş kalkınmanın, demokrasinin, sanatın, bilimin velhasıl insanlığın ulaşmak istediği ideallerin merkezi haline getirmiştir. Bugün iyi yaşam umuduyla tüm dünyadan insanlar AB’ye göç etmek için mücadele vermektedir.

Elbette ABD ekonomisi için işler II. Dünya Savaşından sonra hep çok iyi gitmemiştir. Vietnam savaşı petrol krizi derken dev ABD şirketleri sıkıntı yaşamaya başlamışlardır. Şirketlere yeni pazarlar açmak için tartışılması yasaklanan büyülü bir kelime olan privatization, özelleştirme (elbette Doğu Bloğu dışındaki ülkelere) dayatılmıştır. Batı Avrupa kalkınırken komünist ülkeler gibi verimli kamu yatırımları ile yola çıkmışlardır. 70’lerin sıkıntılı günlerinde çok uluslu şirketler özelleştirmelerden gelen Pazar payları ile nefes almışlar, yetmeyince de tüm dünyaya kamu özel işbirliği projelerini dayatmışlardır. Böylece yeni pazar genişlemesi sağlanmak istenmiştir.

ABD ekonomisi için ikinci patlama ise Doğu Bloğunun yıkılması ile olmuştur. Ortaya çıkan yeni bakir Pazar 20 yıl kapitalist sisteme nefes aldırmıştır.  Yirmi yıllık bu döneme de “globalleşme” adı verilmiştir. Fakat 2009 krizinden sonra kapitalizme yine yeni pazarlar  gerekmiştir. İşte o zaman AB’nin pazar payı hedef alınmıştır. AB üretimi ABD ile örtüşmektedir. O zaman bu rakibi ortadan kaldırmak ABD sermayesi için iyi bir çözüm olacaktır. ABD 2014 yılında Ukrayna meselesi yüzünden AB’yi (özellikle Almanya’yı)Rusya üzerine salmaya çalışmış ise de Sn. Angela Merkel’in duruşu bir savaşa izin vermemiştir. Fakat 2022 yılında istenilen savaş çıkartılmış, (bu arada İngiltere AB’den ayırtılmıştır) sonuç olarak da başta Almanya olmak üzere AB ekonomisi tehlikeli sinyaller vermeye başlamıştır. 

Son yüz yıl içinde kalkınma hikayesi yazan devletler içinde ABD’nin çıkarları doğrultusunda dokunmadığı başarılı olmuş tek kalkınma projesi Çin olmuştur. Komünist Çin son çeyrekte yakaladığı başarıyı komünizme değil, kamu finansmanı kontrolünde ve denetiminde yaptırdığı özel sektör yatırımlarının dış satımda sağladığı başarı ile elde ettiği katma değere borçludur. Başarının sırrı kendi kaynaklarıyla kalkınma projesine başlaması (GSMH’nın %55’ini tasarrufa dolayısıyla yatırıma ayrılmıştır), bürokratik oligarşinin yolsuzluklarına sert müdahale edilmesi, dolayısıyla israf yapılmaması, mal satmaya gelen çok uluslu şirketlere yatırım yapma zorunluluğu getirip 1.5 milyar nüfuslu pazarı şartlı açması ve hatta doğrudan yatırımların Çinli ortakla yapılmaya zorlanması sonucunda gelişmiş bir üretim altyapısı oluşturmuştur. Çin öğrencileri Batı üniversitelerini istila etmiş, burada eğitilen gençler ülkenin ileri teknoloji projelerinde yer almaya başlamışlardır.

Elbette demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi konular Çin Komünist Partisi disiplini içinde sorgulanmaktan uzak tutulmuştur. 

Çin’in bu gelişimi başta ABD yönetimi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Düşük teknolojili mallar üretip ucuza satan Çin ABD ekonomisi için enflasyonu düşürücü etkisi ve halkın satın alma gücünü artırması sebebiyle memnuniyetle karşılanmıştır. Fakat son on yılda Çin’in ileri teknoloji telefondan elektrikli otomobile, beyaz eşyadan savaş gemileri ve uçaklarına, sefere çıkan Boeing rakibi yolcu uçağından uzaya dolmuş işletmeye kadar ABD şirketlerinin ayağına basması Çin’i kötü çocuk yapmıştır. Yüzyılın ortası olmadan Çin’in ABD ile bir çatışmaya girmesi kaçınılmazdır.

Çin’in kalkınma projesini takip Güney Asyalı iki devlet daha vardır. Tayland ve Vietnam. Turizm ile ekmeğini kazanan Tayland sanayilere yaptığı yatırımlarla artık kendi teknolojileri olan, katma değeri yüksek ürünler üreten gelişmiş bir ekonomi olma yolunda ilerlemektedir. Yine demokrasisinde aksaklıklar olan bu ülke kendi kaynakları ile önümüzdeki yirmi yılın kalkınma hikayesini yazma yolunda ilerlemektedir. Vietnam uluslar arası pazarlara geç açılmakla beraber büyük komşusu Çin ve daha önce yola çıkan Tayland’ın peşinden ilerlemektedir. Bir elektrikli otomobil şirketini 190 Milyar $’a halka arz etmeyi başarmıştır.

Çin, Tayland ve Vietnam’ın gittiği yol ekonomik olarak doğru olabilir, ama toplumsal kalkınma ideali için biraz sakattır. Kalkınma sosyal, ekonomik, bilimsel bütün unsurlarıyla birlikte olmalıdır. Güney Doğu Asya’nın bu üç ülkesinin önümüzdeki on yıl içinde geçirecekleri toplumsal değişim kalkınma mücadelelerini insanlık için umulan çağdaş formata sokabileceklerdir.  

Dünya ekonomilerine etki eden, yön veren, istediğini kalkındırıp, istediğini cezalandıran ve bu amaçla gerektiğinde askeri müdahalelerden bile kaçınmayan ABD’ni kim yönetiyor. Genel kanı ABD’de Kuzey Batı Avrupa’dan göç eden (WASP) beyaz ırktan, Anglo Sakson kökenli, Protestan inancında olan elitlerin sözünün geçtiğidir. Yönetimi ise Kaliforniya oligarşisi tekeline almış durumdadır. Bunlar ABD’nin büyük savunma sanayi şirketlerinin ve Silikon Vadisinin büyük şirketlerinin temsilcileridir. Anlatılan bir anekdota göre başkan Ronald Reagan Kaliforniya valiliğine aday olduğunda oligarşinin temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda “beyler size geleceğin ABD başkanını tanıtıyorum” diye takdim edilmiştir. Nitekim Reagan başkanlığının ilk ayında ilk iş olarak 90 Milyar $’lık MX füzeleri projesini onaylamıştır. Güncel bir anekdot ise Sn. Elon Musk’ın “şuraya bakın İranlılar ülkelerini tam da bizim üslerimizin ortasına konumlandırmışlar” tweeti ABD dış politikasında iki aylık bir duraklamaya yol açmıştır. İran hakkında eski söylemlere ancak şimdi dönülmektedir.  

Sonuç olarak son yüz yıllık dönemde Dünya üzerinde kalkınma hikayesi yazan ve günümüz gelişmiş modern devletler listesine girenler ABD’nin arka çıkması ile bu başarı hikayelerini yazmışlardır. ABD’nin bahse konu yönetim anlayışının arkasında ise çok uluslu şirketler vardır. Çünkü ABD demokrasisinde bu şirketlerin sözü geçer. Global ticareti yapan, parayı (karı) üreten ve mutlu Amerikan orta sınıfının ihtiyacı olan yüksek gelirli istihdamı yaratanlar Apple, Amazon, Tesla, Ford, GM, Microsoft, NVIDIA, Boeing, Raytheon, General Dynamics, GE, Mc Donnell Douglas vd gibi ciroları devletlerin GSYH ile yarışan çok uluslu şirketlerdir.